O, ÇOK BEYAZDI. KUSURLU OLABİLECEK KADAR BEYAZ... BEN, ONU BU KARANLIĞIN İÇİNE HİÇ SOKMAMALIYDIM.
Büyüdükçe böyle zorlaşıyor muydu hayat herkes için? İçten içe onlar gibi olmaktan korktuğumuz anne babalarımızla aynı yollardan yürüyorduk sanki. Hayatımızı belirleyecek sınavın stresi, arkadaşlıklarımız, aşklarımız... Hem ben hem de arkadaşlarım aslında bambaşka sınavlar veriyorduk hayatlarımızda.
Her şeye rağmen Meriç’le birlikteydik ama hâlâ kimse onaylamıyordu bizi. Onun karanlığındaki varlığımı... Meriç’in karanlığına iyi gelip aydınlığımı ikimize de saçmayı hayal ederken, karanlıkta kaybolan ben oluyordum sanki. Aslında biliyordum içten içe bir gün beni terk edip gideceğini. O gün geldiğinde buna engel olamayacağımı da biliyordum. Bu yüzden ondan geriye kalacak, ömrüm boyunca hatırasını yaşatacak bir parçaydı tek isteğim...
Tüm hayatımı etkileyecek bir şey yapmaya karar verdim ve sahiden tüm hayatım değişti. Belki de sonsuza dek...
Siyahlığın içinde ne kadar hayatta kalabilir ki minik beyaz nokta? Onu yakan karanlığın içinde küllerinden yeniden doğduğunda beyaz noktayı tutabilir miydi artık o siyahlık?
Kayla, tuhaf bir mekanizma gibiydi. Etrafına tüm sorunlu çocukları çekiyordu. Onun etrafındaki çembere bir şekilde tutunuyorduk ve her ne kadar istese de bizi kovmuyordu. Bir şekilde bizi keşfediyor, içimizdeki
o yaralı çocuğu görüyor sonra tutunduğumuz o çemberdeki elimize sarılıyordu. Mucize değildi. Sadece o, bize inanıyordu.