Hallac-ı Mansur’un, manevi özgürlüğün son adımı olarak algılanan kan içinde raksı ya da kanda dansı, fena-beka deneyimi olarak sûfi dünyaya taşınmıştır. Kan içinde raks ya da kanda dans sûfinin, evliyanın, ermişin ya da bilgenin miracı kabul edilmiştir. Miraç sürecinde, aşk acıya, acı kanda dansa, kanda dans sanata dönüşmüştür.
Bu sanat icra edilmeden kutsalın deneyimlenemeyeceği bilince-inanca taşınmış ve acı ibadet olmuştur. Hallac-ı Mansur’un trajik ölümüyle kurumlaşan kanda dans geleneğinden beslenen Alevilik, geleceği kuracak olan acıyı üretmeden ve ürettiği acıyı tüketmeden ibadet yapılamayacağını inanca bağlamıştır.