Günümüz Leh edebiyatının en başarılı isimlerinden olan ve yapıtları Danilo Kiš ile Bruno Schulz’un eserleriyle kıyaslanan Andrzej Stasiuk, başyapıtı olarak nitelendirilen Dukla’da okurları ışık, doğa, hafıza ve zaman üzerine düşünmeye çağırıyor.
Anlatıcının, farklı zamanlarda ve farklı mevsimlerde güneydoğu Polonya’da yer alan Dukla adlı kasabaya yaptığı yolculukların bir dökümü olan roman boyunca Stasiuk keskinliğini bir an olsun yitirmeyen üslubuyla gerçekliği gündüz düşleriyle, ışığı karanlıkla, boşluğu imgelerin zenginliğiyle iç içe geçiriyor.
Okurlar anlatıcıyla birlikte zaman ve mekân içinde hareket ederken metin boyunca şiddeti değişen bir ışığın aydınlattığı Dukla katman katman genişleyerek toplumsal değişimler, yalnızlık, geçmiş ve şimdinin, hatta belki de hayal edilenin romanı haline geliyor.
“Zamanla başa çıkmaya çalışırken, genellikle geçip gitmişe, biçim verilmiş olan şeye, hazır forma geri dönmemiz tuhaftır. Düş gücü bir şeyin nasıl gerçekleşebileceğini bilmez. Bir boşlukta asılı hâlde, bir taş gibi düşer veya kendi kendisiyle uğraşır ve neticede sonuç aynıdır.”