Ödüllü bir yazardan sürgün ve hac, aşk ve tutku üzerine Don Kişot’vari bir öykü.
Yirmi iki yaşındaki kitap kurdu Zebra, İran'lı sürgün bir edebiyat aşığı olan babasının ölümünden sonra New York'ta yapayalnız kalır ve ailesi ile birlikte 90'lı yıllarda memleketinden kaçışları sırasında yaptıkları travmatik yolculuğu geriye doğru yapmaya ve bu sırada edebiyat hakkında esaslı bir manifesto hazırlamaya karar verir. İlk durağı Barselona'dır. Burada onun sevgilisi, entelektüel tartışma arkadaşı ve Katalonya'daki serseri ruhlu, dolambaçlı gezintilerinde eşlikçisi olacak İtalyan Ludo ile tanışır.
Doğuştan bir öykü anlatıcısı olan Zebra sanat üzerine ustaca teoriler üretirken okuyucuyu düşünceleri arasında olağanüstü bir yolculuğa çıkarır; bir yandan da annesinin bir papağan olarak yeniden doğduğuna kendini inandırır. Mizah ve haylazlıkla ışıldayan, yaratıcı betimlemelerle ve alışılmadık düşüncelerle tıka basa dolu olan Bana Zebra Deyin edebiyat, arzu ve altüst oluş üzerine asi, huzur bozucu, bilgece ve önceden kestirilemez bir roman.