Belki de yaşanmadı bunlar. Uydurmayı çok seven bir hikâyeci tarafından düzüldü. Geyik de mi hayalin parçasıydı? Hayır; boynuzları olan, kısa kuyruğu ve çekik gözleriyle gerçek bir geyikti o. Diğer canlılar gibi doğdu, beslendi ve öldü. Ormandan başka dünya görmeden öldü. Bazen düşünüyorum, acaba hayvanlar bunların farkında olsa ne değişirdi. Ne yaparlardı? Farz edelim ki geyik, bir gün ot yiyemeyeceğini; gözünü açıp tanıdığı, evi olan ormandan ayrılacağını fark etseydi nasıl yaşardı? Zevk alır mıydı ot yemekten? Geyik olmak cazip gelir miydi ona? Boynuzlarını korur muydu? Sanki hayret edip “Bu nasıl iş arkadaş!” derdi. Otlara, yeşilliklere nasıl veda edeceğini düşünürdü. Hayır hayır, hiçbirine kafa yormazdı bunların. Geyikti o, bitkilerin lezzetiyle kendinden geçer, güneşlenir, geviş getirir ve bu sıkıcı fikirleri kafası farklı işleyen başka yaratıklara terk ederdi. Umut daima. Yine de bazı anlar var ki elimizde kalana tutunmak, sımsıkı sarılmak durumunda kalıyoruz. Çocuklukta kurduğumuz o eşya, para, değer ilişkisi; çalışmak, hayaller ve yaşam gerçekleri kabulü. Çoğu zaman bu anları görmezden gelmek işimize geliyor. Ama bazen bu anlar, çatlatıp toprağı, çağrışımın gücüyle birleşip dikiliyorlar karşımıza. Çocukluktan başlayarak kar topu gibi büyüyüp gelen anlar toplamı Yamalı Paraşüt’te.