Yağma, her gün hepimizin bir şeyler yağmaladığı ve her gün hepimizin bir şeylerinin yağmalandığı bir şehrin öyküsüdür. İşte bu temel çelişki, kitaba adını verir. 1972 Türk Dil Kurumu Hikâye Ödülü kazanan kitaptaki öyküler tüm yönleriyle hayatın zengin bir aktarımıdır ama illaki hakikatin peşindedir.
“Onlar yaşadıklarını anmışlar, geçmişlerini bugün gibi anlatmışlardı hep. İlk günler, sabahları evlerden sokaklara adımlarımızı atar atmaz, akşamları işten dışarı uğrar uğramaz, duyacağımızı sandığımız davul seslerini, giderek yağmuruna da katlanacağımız uzak gökgürültülerini boşuna aradık her birimiz. Birbirimizden gizleyerek yaptık bunu üstelik. Kimimizin şehirde tek tük kalmış boş arsaları, gece yarıları kazdığı, parklardaki çiçek tarhlarını, gizli gizli eşelediği de oldu. Toprağın altında gizlenen gömüleri ele geçirmek umuduyla avunanlarımız oldu bir süre. Ne altın ne elmas ne pırlanta ne de en küçük eskimeyle değerlenmiş herhangi bir taş parçası ele geçirilebildi. Her geçen gün, türlü artıkların çürümesiyle bir kat daha ekleniyordu toprağa. Her gün bir kat daha derin kazılması gerekiyordu toprağın.”