Doğduğumda, aydınlığın geçici, karanlığın kaçınılmaz olduğunu hisseden her bebek gibi çığlık çığlığa saatlerce ağlamışım. Anneannem Zu¨hre “Kaderini görmu¨ştu¨n zahir” dediğinde, yazgımın beni sevenlerce yazıldığını bilmiyordum. Sonraki sayfaları ise, tanıdık-tanımadık, yakın-yabancı, bildik-bilmedik kişilerin mu¨dahaleleri doldurdu. İyilik taşıyanlar da oldu, acıyla sarsanlar da. Ama bu sabah tenimi yoklayan Azrail’inki kadar korkutucu değildi hiçbiri...
Kendisini silahlı bir saldırının içinde bulan genç bir avukat, Demre. Cinayetlerin, korkuyla saklanan kadınların ve münzevi adamların dünyasına girip çıkan Demre’nin asıl aradığı, kendi gerçeğidir. Darbe döneminden beri kayıp olan babasının ve kayıp çocukluğunun peşindedir. Belleği, eski yaraların ve babasından kalan sözlerin izinden gider: “Kızım kitapları kadim dostların belle, her gün hatırlarını sor mutlaka.”
Esra Kahraman, bu romanda, iki erkek arasında hayatının iplerini bırakmamaya çalışan bir kadının, iki kent arasında sise bulanan bir hayatın ve iki dünya arasında gidip gelen turuncu bir zamanın hikâyesini, sakin ve duru bir dille anlatıyor.