Emperyalist saldiri söz konusu oldugunda, saldiriya maruz kalanlarin bu saldiriyi ‘hayir duasiyla’ karsilamalari elbette mümkün degildir. Nitekim ilk emperyalist yayilmanin ardindan, saldirinin yikici sonuçlarina karsi, sayisiz isyanlar oldu. Tarih saldiranlar tarafindan yazildigi için, saldiriya ugrayanlarin hikayesi ya gerektigi gibi anlatilmaz ya da geçistirilir. Bu isyanlarin en bilineni, XVIII. yüzyilin sonunda San Domingo’da ki köle devrimidir. Daha sonra 1900’lerin basindaki Meksika ve 1950’lerin sonundaki Küba devrimini de ayni çizginin devami saymak gerekir.
Bolsevik ve Çin devrimi, Ikinci Dünya Savasi sonrasi ulusal halk kurtulus hareketleri de son tahlilde kapitalizmin ortaya çikardigi kutuplasmaya tepkiden baska bir sey degildir. Bu devrimlerin kapitalist dünya sisteminin çevresinde patlak vermesi de tesadüf degildir. Sovyet sisteminin daha yüzyilin sonu gelmeden çökmesi, Çin’in ‘sosyal piyasa ekonomisi’ retorigi altinda kapitalizme yelken açmasinin nedenlerini tartismanin yeri burasi degil. Kesin olan Kristof Kolomb’un macerasiyla baslayan ve yaklasik 450 yil devam eden sömürgecilik dönemi sömürge halklarin mücadelesiyle ikinci emperyalistler arasi savasi izleyen yaklasik iki on yilda tarihe karisti. Sömürgeciligin dogrudan versiyonundan kurtulan dünya halklari dünyanin zenginligine ortak olma iddiasiyla ortaya çiksalar da, bu gün durum özde degismis degil. Sömürgecilik tasfiye edildi ama bu emperyalizmden kurtulmak anlamina gelmiyordu. Kapitalizm ile emperyalizmin var olmaya devam etmesi ve dünyanin geri kalaninin emperyalist merkezler gibi olmasi mümkün degildir. Ve sömürgecilige karsi halk hareketlerine öncülük edenler, kapitalizme ragmen durumlarinin iyilesecegine, ‘sofraya dahil olabileceklerine’ inanmis gibiydiler...