Kan şıp şıp toza damlarken oturduğu kapının eşiğinde en derin uykusuna dalıyor, falda gördüğü cennetin kapısını yavaşça aralıyor ve ruhunu serbest bırakıyordu.
Mahalleye tepeden bakan, sahipsiz, iki katlı harap ev, herkesin korkulu rüyasıydı. Etrafı taş duvarla çevrili, çatısındaki kırık kiremitler yosun tutmuş, camsız, birkaç tahtayla kapatılmaya uğraşılmış pencereleri ve ürkütücü görünümüyle, hayaletlerin ve cinlerin istilasına uğradığı inanılırdı. Evsizler bile soğuk kış gecelerinde bu kâgir eve yaklaşmaktan çekinir, kendilerine başlarını sokacakları başka bir dört duvar arardı. Örümcek ağlarıyla kaplı, tahtakurularının delik deşik ettiği, baykuş ve güvercinlerin yuva edindiği evle ilgili anlatılan hurafelere inananlar, kafalarını çevirip yukarı bakmaktan korkar, yıkılması için belediyeye dilekçe yazar, bedensiz varlıkların buna kızacağını düşünüp kâğıtları yırtar hatta yakarlardı.
Genç öykücülerden Mustafa Deniz Serter, Sessiz öykü kitabı ile çıkıyor karşımıza. Yazarın öyküleri şu geçtiğimiz günlerde insanların yüz dökümü aslında. Duygu hallerimizin, itirazlarımızı sustukça büyüttüğümüz ortak sorunlarımızın öyküleri.
Tarık Tufan’ın da dediği gibi: İnsanı anlatmak değil, susmak yorar. İnsanı yaşamak değil, gizlemek yorar. İnsanı yol değil, kalmak yorar.
Özgürce konuşacağımız yarınlara…