“Bir kumru alçaldı üstünden, önündeki kaldırıma, taşların çatlaklarından serpilmiş cılız otların yanına kondu. Dökülmüş kırıntıları gagalamaya başladı. Seyretti. Ona çevrilmiş bütün adımları durdurmak istedi. Sonra kumru uçtu, sağında yükselen binanın ikinci kat balkonuna, rengârenk saksıların yanına kondu. Bir yanı döngüye nefret ve sezdiğine kayıtsızlıkla doluyken diğer yanı, içindeki soyutlanma refleksine tezat; çocukları, hayvanları, her yıl bahara yeniden aldanarak gardını indirip çiçek açan bitkileri, her şeye inat yaşamanın türküsünü haykıran kuşları, kızıl gün batımlarını, ıssız kıyıları, yağmur sonrası peyda olan toprak kokularını; varışsız, sonrasız çıkılan yolculukları; adı ezbere bilinmeyen sokaklarda hiçbir şeye aldırmadan, kimsenin duyacağından çekinmeyerek mırıldanılan şarkıları nasıl da seviyordu… Bu küçücük anlar, dünyanın her şeye rağmen yaşanılır olduğuna nasıl da inandırıyordu insanı. İnsan yeter ki bahane aramasın; yaşamanın da, ölmenin de bir sebebi bulunurdu. Hatta öldürmenin bile…”
Bektaş Şenel Saye’de; küçük yaşta, talihsiz bir biçimde annesini ve babasını kaybeden bir çocuğun, aidiyetini ve varoluşunu sorguladığı sonraki yaşamını ilmek ilmek, bir dil ustalığıyla işleyerek anlatıyor.
Kahramanımız Saye, şimdiden edebiyatımızın unutulmaz roman karakterleri arasına girmeye aday...