Bu romanın arka fonunu Patagonya’nın büyüleyici, dinmek bilmeyen rüzgârlarla allak bullak olmuş toprakları oluşturuyor. Genç bir adam olan Veit, 1980’lerde orada, büyükbabası Emil Sailer’ı aramaktadır. Sailer 1919’da Güney Amerika’ya gittiğinde, kendini, doğrudan büyük toprak sahiplerinin özel milislerle el birliği yapıp koyun çiftliklerindeki grevleri ve anarşist işçi ayaklanmalarını kanlı bir şekilde bastırdıkları olayların ortasında bulmuş ve sonra ortadan kaybolmuştur.
Veit, altmış sene sonrasında büyükbabasının izini sürmeye çalışırken garip bir şekilde insanların hâlâ susmayı tercih ettiklerini fark eder; geçmişten bahsetme korkusu çok baskındır ve askerî diktanın yaşattığı korkunun izlerini hâlâ taşımaktadırlar. Veit, Yeni Dünya’da daha iyi bir hayat sürme hayalini kurarken kendini kanlı savaşların ortasında bulan ve bunu hayatıyla ödemiş olan büyükbabasının hikâyesini adım adım açığa çıkarmaktadır.