Bugün, 2000 yılında, fiziksel ölümünün yüzüncü yıldönümünde; kendisinden sonra diye tarihlenmeleri gerekeceğini öne sürdüğü bin yılların birincisinin başında, Nietzsche hakkında nasıl konuşmalıyız? Tüm yaşamı boyunca ait olduğu ve oradan yazarlık ününün sonsuzluğuna atladığı yüzyılın kendisi gibi, acılarıyla ve büyüklüğüyle karşımızda durduğunu mu söylemeliyiz? Kendisinin bir insan değil, bir dinamit olduğuna ilişkin kendi yargısını mı paylaşmalıyız? “Etki-tarihi”nin dikkat çekiciliğini; henüz hiçbir yazarın seçkinciliği böylesine vurgulamadığını ve bayağılığı üzerine çekmediğini bir kez daha mı öne çıkarmalıyız? Nietzsche’yle birlikte narsisizm döneminin başladığı ve bu dönemin kendini önce “kitlelerin ayaklanması” ve daha sonra kolektivist “büyük politika” ve nihayetinde global pazarın diktatörlüğü olarak gösterdiği tanısını mı koymalıyız? Nietzsche’yle birlikte akademik felsefe tarihinin sona erdiğini ve düşünmenin sanat tarihinin başladığını mı kabul etmeliyiz? Yoksa yorum yapmaktan kaçınıp Nietzsche’yi okumalı ve hep yeniden okumalı mıyız?
Nietzsche, 13 Şubat 1883’te, Rapallo’dan, Chemnitz’deki yayıncısı Ernst Schmeitzner’e yazdığı bir mektupta Zerdüşt kitabını, “bu bir ‘edebi eser’ ya da beşinci bir ‘İncil’ ya da henüz bir adı bulunmayan bir şey: Uzun süredir verdiğim ürünlerin en ciddisi hem de en neşelisi, ve herkese hitap ediyor” sözleriyle bildiriyordu.