“Büyümek, bilmekten ziyade cesaret etmekle ilgili bir meseledir: dünyaya ilişkin tüm bilgiler bir araya gelse, yargıda bulunma yürekliliğini ikame edemezler. Yargıda bulunmak, öğrenilebilir bir şeydir –genellikle bu işi iyi yapanları gözlemleyerek öğrenilir– fakat öğretilemez. (...) Cesaret yalnızca kendi yargınıza güvenmeyi öğrenme meselesi değil, devletinizin, komşunuzun ya da en sevdiğiniz film yıldızının yargılarına güvenmeme meselesidir de. Daha da mühimi, cesaret hayatımızın içinden geçen yarıklarla birlikte yaşamayı da gerektirir. Bu yarıklar ne denli büyük olursa olsun, aklın idealleri bize dünyanın nasıl bir yer olması gerektiğini; deneyim ise dünyanın olması gerektiği gibi bir yer olmadığını söyler dururlar. İşte büyümek –ikisinden de vazgeçmeden– bu ikisi arasındaki
uçurumla yüzleşmeyi gerektirir.”
Ehemmiyetsiz konularda bize fuzulî “seçme” fırsatları sunarken, hayatımızı ve dünyanın geleceğini ilgilendiren hayatî konularda karar özgürlüğümüzü giderek daraltan bir sistemde yaşıyoruz, Susan Neiman'a göre. Kısacası, giderek daha vesayetçi hale gelen bir hükümranlık altında yaşıyoruz. Neiman, bizi bu gidişe boyun eğmemeye, büyümeye çağırıyor... Yetişkin insanlar olduğumuzu hatırlamaya, reşit olmanın gereğini yapmaya... Gerçek anlamıyla büyümek, özgürlük ve sorumluluk etiğini içselleştirmek demek. Kitap, bunun yolları olarak eğitim, seyahat ve iş (emek ve etkinlik) deneyimlerine eğiliyor. Eğitimin, seyahatin, emeğin-etkinliğin anlamlı, yaratıcı ve insanı olgunlaştıran biçimlerini arıyor.
Solun “iyi, güzel ve doğru”ya dair iddiasını yeniden yükseltmesi gerektiğini savunduğu Ahlâkî Açıklık kitabındaki arayışını sürdüren felsefeci, burada da öncelikle Aydınlanma'nın itibarını iade etme ve onu doğru anlama derdinde. Bu bağlamda Aydınlanma'nın “ceberrut yüzü” Rousseau'yu yeniden yorumlayışı başlı başına ilgiye değer. Arendt'in doğarlık kavramına özel bir önem atfettiği bu kitapta, Neiman düşünsel macerasının kerterizini yine Kant'tan alıyor.