“Onun kollarinda mi uyuyorsun? Gözlerine bakip sarki söylüyor musun? Söyleme ne olur! Bütün sarkilari içinde tut. Benim kulagima söyle yalnizca.
Sevme onu! Kimseleri sevme benden baska!
Seni gördügüm an bir sarki basladi içimde.
Sözlerini yakalayamadigim, kasip kavuran bir sarki. Yolunu kaybetmis yildizlari gördüm gözlerinde. Sahipsiz, yol kenarinda açan çiçekleri. Ölümün issizligini, insanin yalnizligini, yasamin büyüsünü gördüm. Ab-i Hayat suyu sunacakmis, sonsuz bir ömür armagan edeceklermis gibi ellerin. Senin kollarinda cennet bahçesi varmis gibi. Bir sarsan ölümsüz olurum. Ömrümün yegâne sahibi sen ol. Gelecegim, umudum, düslerim, ömrüme eslik edecek sultanim ol.”
Elini balkonun kenarina koydu. Mermerden yapilmis balkon kenarina parmaklari degince içi ürperdi. Basini geriye dogru atti. Saçlari kivrim kivrim, kuzgun kanadi gibi belinden asagi süzülüyordu. Siyah, yakasi açik bir elbise vardi üzerinde. Gecenin, elbisenin siyahi birbirine karisiyor; ayin beyazligi ak gerdaninda inci gibi isildiyordu. Gece kadar güzeldi Kösem. Gece kadar karanlik, sirlarla doluydu. Gece kadar kötülügü çagristiriyordu. Ama diger yandan ay isigi kadar güzeldi Kösem. Karanliga isik saçiyor, yol açiyordu. Ay isigi kadar masum görünüyordu.
Kanli taht yolunun ölüm melegiydi o… Askin, öfkenin, hirsin, ölümün masum yüzüydü. Valide-i Muazzama Mahpeyker Kösem Sultandi. Ama kan, çikmaz bir leke gibi bulasinca akla, ele, yürege zaman bile çikaramazdi o lekeyi bulastigi yerden.
Üzüm karasi gökyüzünü aydinlatan bir mesaledir ölüm. Kimin elindedir, kimi yakacaktir bilinmez. Sirdir ölüm. Aynalarin ardidir; bakanin kendinden baskasini görmez oldugu bir yalana inanmaktir. Sustur ölüm. Ardinda biraktigi yeri gögü delen feryatlara sus olmaktir. Sestir ölüm. En sevdiginin, kulagina söyledigi güzel bir sarkidir. Yoldur ölüm, yoldastir; anadan, babadan, atadan, kardesten, en sevdiginin elinden çikmazsa baslangiçtir ölüm.