X. yüzyılda meydana gelen bir dizi iç savaşın esintisi tanrının tahtını sallandırabilir mi? Tanrı ve peygamberi arasındaki tartışma, peygamberin aşkıyla harmanlanır ve geri dönüşlerle tekrar tekrar işlenir. Dönemim son yirmi yılında meydana gelen iki büyük tarihi olay, tanrı-peygamber tartışmasının ambalajını oluşturur. Polonyalı bir prens, yüzyıllardır boyunduruk altında yaşayan Slav kavimlerini isyana teşvik eder. Aynı anda yurdundan sürgün edilmiş bir başka prens ise yolculuğu sırasında topladığı devasa ordusuyla İsveç’e dönmeyi amaçlar. Her ikisinin de savaş mottosu, otorite tanımazlıktır. Yalnız prens Styrbjörn, bu amacını “intikam” adı altında servis ederken prens Boleslaw’ın düşüncesinin kabuğunda “özgürlük” yazar. Kedinin tebliğinin kullarına ulaştığı yolda tahribata uğraması kaçınılmazdır. Çünkü peygamberin gözleri açılmıştır ve tanrısının kudretini sorgulama gereksinimi duymaktadır. Özgürlük ve boyunduruğun kol gezdiği ortaçağ yıllarında yeni yeni filizlenen bir aşk ise tanrının izni olmadan hayatta kalmak zorundadır. İkiliğin arasındaki bu çatışmanın insanlar üzerindeki ilk izlenimi ise mutlak ölümdür. Hayatından bıkmış askerler, komutanlar, krallar ve lordlar; yaşamak ve ölüm arasından hangisinin gerçek özgürlük olduğunu bilemezler. Kimileri içinse ikilik arasında yalnız bir “tek” vardır: aşk.