Gri kanatli kuslar, çiglik çigliga martilar, beyaz köpüklere degerek geçip gidiyorlardi, tuzlu denize kanat vura vura. Minareleri kursunkalemler gibi gökyüzüne uzanan camilerin avlularinda itisip kakisiyordu. Dariya üsüsen ak güvercinler. Kulaklarimda bir ses... Gözlerimin önünde tahtalari eskimis panjurlariyla cumbali evler, yasli çinarlar ve bir ceviz agaci.
Koparmis ipini eski kayiklar gibi yüzerkisin sabaha karsi rüzgarda tahta cumbalar ve bir sac mangalin küllerindeuyanir uykudan büyük Istanbul’um. Istanbul’da uyanmak istiyordum. Istanbul’la beraber uyanmak istiyordum ben de Nazim gibi.Benim bulundugum sehirde tepe yoktu. Mavi bir deniz yoktu. Rast pesrevi yoktu havada, Bogaziçi sulari gibi akan.. Bana dogdugum sehri çagristiran hiçbir sey yoktu Londra’da. Sadece Nazim’in dizeleri vardi elimde, beni sehrime uçuran.
Içimde Kizil Bir Gül Gibi, usta bir yazarin ustasi saydigi bir yazara ödedigi gönül borcu. Edebiyatinin ve yasamin sürekliligine iliskin zarif bir metin...