İbnü’l-Arabî, bir açıdan tarihsel gelişimi boyunca tasavvufi tecrübenin imkânlarını önümüze sunan zirveyi temsil ederken, başka bir açıdan terimler oluşturmada şaşırtıcı bir güce sahiptir. İbnü’l-Arabî herhangi bir hali ya da âlemi ya da bir mertebeyi ya da hükmü açıklamaya çalıştığında, onun görünümlerini de açıklar ve daha önemlisi ona bir isim verir.
İbnü’l-Arabî’nin kendilerine egemen olmak uğruna eşyayı isimlendirmedeki bu ısrarlı arzusu yeni bir dil yaratır. Bu dil, önceki tasavvufun bütün düşünceleri ve tikel konuları önüne birtakım isim ve terimler koymaya imkân sağlar. Bütün bunlar, bir açıdan sûfi sözlüğünün ortaya çıkmasını meşru kılarken öte yandan bu sözlüğün İbnü’l-Arabî’ye aidiyetini kesinleştirir. O halde İbnü’l-Arabî sûfi dilinin ve terimlerinin kutbudur. Sûfilerin metinlerinde karşılaştığımız her terim ya İbnü’l-Arabî’de yetkinliğine kavuşur ya da İbnü’l-Arabî’de gerçek anlamını kazanır.