On yedinci yüzyıl Anadolu coğrafyası. Tanrı ve mezhep dilemmasında dışlanan, zulüm gören
topluluklar. İnsanın bir toprağa kan yoluyla tutturulmadıkça ne denli hür fakat ne denli yalnız ve çorak
olduğunun görkemli anlatısı.
Fatma Efe Nergiz, masalsı bir üslupla kaleme aldığı Hayalkâr ile kadim dillerin tınısını da yakalayan bir
çıkış romanına imza atıyor. Bu hikâyede kâh Evliya Çelebi ile IV. Murad devri İstanbul’unda esnaf
alaylarını izleyecek kâh Yeniçeriler ve Karakullukçular ile sefere katılacaksınız. Sırtını hem tarihe hem
de hayal gücüne yaslayan bu anlatıda, sabrın dehlizlerinde gam çeken Topaz’ın heybesinde kötücül
duyguların en kesif hali de, köksüzlüğün ve itilmişliğin bir araya getirdiği insanların umudu da kendisine
yer buluyor.
“Tasarladığı son oyuncağa döndü, tam da önünde ihtişamla durmaktaydı. Adına Hayalkâr dedi. Bu
oyuncak bir deveran-ı zaman idi. Hayallerin doğurduğu bir kurmaca. Sadece hayal edebilenlerin
yaşayabildiği bir coğrafya.”