Karımı Nasıl Aldattım?
Bu ürküntü veren, şaşırtıcı başlık üzerine birçok evli kimsenin öfke ile bakacağını, karşı çıkacağını bilirim. Gençten, yaşlıdan beni ayıplamayan kalmayacak:
Aman Allah’ım, ne ahlaksızlık! Karısını aldatmış. Peki, bir halttır etmiş ama büyük bir ustalıkmış gibi bunu kıvançla herkese bağırmakta ne mana var?
Aşağı yukarı buna benzer tümen tümen bönce sözler... Bu ikiyüzlü karşı koyuculara, serüvenin sahibi ben, ince bir gülümsemeyle yüzümü kızdırıp derim ki:
Nikâhlınız olan bir kadınla beş on yıl yaşayıp da onu aldatmamış olanlarınız varsa beri yana gelsinler. Alınlarına birer doğruluk, bağlılık çelengi takayım. Ama ne yazık ki bu değer belirten işareti taşımaya hak kazanmış kocalar devede kulak bile değildir. Eğer kendim için iyi sayılmayacak bir hâli izlemeyip söylemem bir suçsa bu suçta başkalarını da kendimle ortak görerek derin bir soluk alıyorum. Şu farkla ki ben söylüyorum, siz saklıyorsunuz.
Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallelerinde, köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardır; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.