Hayvan Çiftliği
İnsanların boyunduruğu altında yaşamaktan sıkılan domuzlar, kuvvetli ikna becerileriyle diğer bütün hayvanları kışkırtarak Ağa Çiftliği’nde bir ayaklanmaya sebep olurlar. O günden itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. İnsanlar çiftlikten kovulur; onları çağrıştıran her şeyden uzaklaşılır. Tüm hayvanlar, aralarında eşitliği ve yoldaşlığı amaçlayan, insanları ise düşman olarak gören Yedi Emir’e göre yaşamaya başlarlar. Ancak bu ilkelere uymaya devam edebilecekler midir?
Çiftliği idare etme konusunda fiziksel anlamda güçlük çekmeye başlayan hayvanlar, insan icadı birtakım aletlere ihtiyaç duymaya başlarlar. Çiftliğin yönetimi üzerine kafa yorup duran domuzlar ise zihinsel olarak dinlenmek ve güçlenmek için yine insan icadı birtakım araçları kullanmak ve diğer bütün hayvanlardan daha fazla besin tüketmek zorunda kalırlar. Dahası zaman içinde bazı insani alışkanlıklar kazanırlar ve Yedi Emir de zamanla değişim geçirerek nihayet birçoğumuzun aklına kazınan o ilkeye indirgenir:
Tüm Hayvanlar Eşittir; Ancak Bazı Hayvanlar, Diğerlerinden Daha Eşittir.
George Orwell’in ilk defa 1945 yılında yayımlanan, insan doğasında bulunan açgözlülük ve bencillik gibi dürtüleri masalsı ve çarpıcı bir dille derinlemesine işlediği siyasi hiciv romanı Hayvan Çiftliği, yediden yetmişe herkesin okuması gereken bir modern klasik.
1984
“Geçmişi kontrol eden, geleceği kontrol eder. Şimdiki zamanı kontrol eden, geçmişi kontrol eder,” diyordu Partinin sloganı.
İster sayıklama anında söylenen bir söz ister bilinçli bir şekilde dile getirilmiş bir itiraz olsun, bastırılamayacak isyan yoktur. Tekdüzelik, yalnızlık ve koşulsuz itaat üzerine kurulu, tıkır tıkır işleyen bir düzen söz konusudur Okyanusya’da. Mükemmel bir itaat aracı haline getirilen dil her şeyden önce gelir; geçmiş değiştirilebilir, her hakikat, ülkenin yöneticisi Büyük Birader’in istediği gibi şekillenebilir. Ete kemiğe bürünmüş halini hiç görmediğiniz, sadece bir resimden ibaret olsa da her yerde karşınıza çıkan Büyük Birader her an sizi izlemektedir. Hakikat Bakanlığının Kayıt Biriminde çalışan Winston Smith, her türlü riski göze alarak hakikatin peşinden gitmeye niyetlidir; ancak emin adımlarla ilerlediğini sandığı bu yolda, adımlarının nelere mal olacağından habersizdir.
George Orwell’in dehasının doruk noktasına ulaştığı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, modern distopik romanların dünya genelindeki en önemli örneklerinden olmakla birlikte, bu tür için eşsiz bir esin kaynağı haline gelmiştir.
Paris ve Londra’da Beş Parasız
“Onlar gibi olmak zorunda değilsin. Eğitimliysen hayatının sonuna kadar sokakta bile kalsan önemli değil… İnsan kararlı olduktan sonra zengin veya yoksul olması fark etmez, her halükârda aynı hayatı yaşayabilir. Kitapların ve fikirlerinle yaşamaya devam edebilirsin.”
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ve Hayvan Çiftliği gibi distopik eserleriyle bilinen İngiliz yazar George Orwell’in bu otobiyografik eseri, Paris ve Londra’da beş parasız bir halde hayatta kalma mücadelesini çarpıcı bir biçimde gözler önüne sermektedir.
Orwell, bizi öncelikle emek sömürüsü diyarı olarak tanımladığı Paris’te, lüks Fransız otellerin ve restoranların en alt tabakasında bir bulaşıkçı veya plongeur olarak çalışıp kıt kanaat geçindiği döneme götürüyor. Tahtakurularıyla dolu bir odada uyumanın güçlüklerini hissettirirken, sonrasında iş bulma amacıyla okuru beraberinde Londra’ya götürerek zorlu koşullar altında idare edebilen berduşların hayatına yakından tanıklık ediyor. Paris’e göre daha “telaşsız bir havası” olan bu şehirde, çeşitli koğuşlarda insanlık dışı koşullar altında yaşamaya çalışan, yerden sigara izmariti toplayarak tütün elde eden berduşlara hayret edecek, belki de sonunda anlatıcının önerdiği gibi onlar hakkındaki görüşlerinizi bile değiştireceksiniz.
Paris ve Londra’da Beş Parasız; Orwell’in yanında çalıştığı garson ve aşçılar, ne olursa olsun umudunu kaybetmeyen garson Boris, İrlandalı berduş Paddy Jaques, kaldırım ressamı Bozo ve daha