Nisan ayının yirmisine gelinmesine rağmen İç Anadolu’da dayanılmaz bir ayaz hakimdi. Kaymakam yanına müdürünü almış, Güzelyurt Köyü’ne gitmekteydi. O sırada muhtar da son hazırlıklarını tamamlamaya uğraşıyor, bir yandan gelenleri hoşlarken öte yandan gençlere emirler yağdırıyordu. Her sene gurbetteki köylüler bu zamanda davet edilir geniş çaplı bir katılım ile mevlit okutulurdu. Bu muhtarın adeta seçim sigortasıydı. Kitleleri bir araya getirdiği, sosyalleştirdiği bir etkinlikti. Yıl boyunca dedikodusu civar köylerde yapılacak bir hizmetti!
Makam arabasının köye girmesiyle kaz sürüleri sağa sola dağıldı. Çocuklar arabanın önüne arkasına takıldı ve eski belediye binasının önünde durdu. Muhtar derhal sağ arkada oturan kaymakamın kapısına davrandı. Kaymakam dışarı çıkar çıkmaz yüzünü sert ıslak bir ayaz yaladı. Haliyle morali falan da kalmadı. Bir anda etrafını saran kimi sakallı kimi meczup büyük bir kalabalıkla el sıkışma telaşına düştü. Arada kaymakamı ensesinde tutup kendine çekerek şapur şupur öpmeye kalkışanlar oluyor, utancında elini yüzüne silmeye götüremeyen kaymakamı biraz sonra başka eller yakalıyordu. Bu hengame böyle on dakikaya yakın sürdü. Kaymakam, yanından ayrılmayan muhtara dönüp, “haydi içeri girelim de programa başlayalım, fazla zamanımız yok” dedi. Muhtar gayet doğal bir şekilde “sayın gaymakam beyim belediye binamızın önüne sandalyeleri dizdik, burada yapacaz inşallah” diye cevapladı. O an başından aşağı kaynar sular döküldüğünü hissetti kaymakam ve sustu. Naçar dışarıya dizilen plastik koltuklara geçirildi. Yalnız kendisinin koltuğuna bir kilim parçası yerleştirilmişti. Bu fikir son anda muhtarın aklına gelmişti. Eee, kaymakamın koltuğu belirgin ve farklı olmalıydı neticede.