“Evet, dert oldun,” dedi, gözlerindeki yaşları tutamıyordu. “Sen, benim en güzel derdimsin, Reyhan!” Başımı göğsüne çekti.
“Ben senden nasıl ayrılacağım?”
“Bir yerde okumuştum. Mesela şu an bize ışığını veren yıldız, belki de milyonlarca yıl önce sönmüş olabilirmiş. Ama dünya ile arasındaki mesafe sayesinde ışığı buraya yeni geliyormuş.” Başımı kaldırıp ona baktım.
“Beni oradaki herhangi bir yıldız gibi düşün. Ben gitsem bile yani öl…” Bir an duraksayıp tekrar devam ettim. “Ben ölsem bile benim ışığım, seni hep aydınlatacak Asaf!”
“O zaman beni orada bekle olur mu? Yıldızların ardındaki dünyada buluşalım seninle… Söz ver.”
“Bekleyeceğim Asaf, söz…”
Sadece değsin istemişti, arkada bıraktıklarına değsin. Ölümün ona bir nefes kadar yakın olduğunu öğrendiğinde aslında hiçbir şeyin arkada bıraktıklarına değmediğini fark etti ve tabii ki yapması gerekenler vardı: Affetmek ve kendini affettirmek.
Reyhan’ın, arkasında paramparça bıraktıklarıyla ölüme adım adım giderken yüzleşmesini; pişmanlığını, özlemini, dostluğunu, aşkını ve ölüm karşısındaki çaresizliğini hissederek bir solukta ve zaman zaman da boğazınız düğümlenerek okuyacaksınız.