Yaşamın cilvesi olan sancıları sızıya dönüştürmemenin yolu, umutsuzluğa kapılmamaktan geçmekteydi. Mücadele varsa; sonunda ya başarı ve mutluluk ya da hiç bitip dinmeyen, vur-kaç yapan bir sancılar nöbeti vardır. Yaşamın bütün hengâmeleri karşısında gel-git sancılarını sızıya dönüştürüp, içinde yuva yapmasını engellediysen, korkma! Yaşam hep senden yanadır. İnsanca yaşamak için diren!
Kısacık ömrümüzde yaşadıklarımız, hayatı tek başına yaşayan babam için hep ruhunun derinliklerinde, kuytu bir yerlerde, dipteki sızı; bende ise sancı olarak devam etti. Babamın sürekli kimsesizliğinden yakınması, eliyle kalbinin üstünü göstererek, “Şuralarda bir yerde hiç dinmeyen bir sızım var,” diye dillendirmesi; beni sürekli dipteki sızının bir ömrün biriktirdiği, iyi-kötü yaşanmışlıkların tortusu olduğu yönünde düşündürüyordu. Sızı babamdaydı, sancı bende. Belki de yanılıyorum; ama, ‘Sancısız yaşam, yaşamaya değer değildir,” diye düşünüyordum.
Mücadelemiz ruhumuza, moralimize can suyumuzdur. Canlı kalmak için içtiğimiz bu ‘can suyu’, içimizdeki yüreği sıkan bir el gibi hep bizimle beraberdir. Yüreğimizin her sıkılışı, bütün bedenimizi etkisi altına alan bir iç sıkıntısı, yürek sancısı olarak yüzümüzden ve mimiklerimizden dışımıza taşar. Elimizde değildir yaşananları yeniden dizayn etmek. Elimizde olan, yarına hazır olmaktır.