1966 da Moskova’da bir kitap görmüş ve alamamıştım. Rus yayıncılar, Çaykovski’nin el yazılarını toplamışlar, büyük boy iki cilt kitap yapmışlardı. Bir yıl sonra Polonya’ya gittim. Varşova’daki yayınevinde başka bir kitapla karşılaştım ve bu sefer satın alabildim. Kitap Johann Sebastian Bach’ın 6 viyolonsel süitinin albümü idi.
Sağ sayfalar, Bach’ın el yazısının tıpkı basımıydı. Sol sayfalar ise günümüz notaları ile düzenlenmişti.
Bu kitaplar üstüne günlerce ve aylarca düşündüm. Bizim bestekârlarımızın el yazıları mevcut değildi. Tezkirelerdeki birkaç satırlık bilgi sadece biyografik malzeme idi. Bestekârlarımız hiçbir şey yazmamışlardı. Sadece meşk yoluyla eserler günümüze ulaşmıştı.
Mûsikî eserlerimizin şerhi de yapılmamıştı. Sadece bir Alman müzikolog, Angelike Siegeln, Tanbûrî Cemil’in 6 peşrevinin melodik analizini yapmıştı. Siegeln’nin bu eseri beni fevkalâde heyecanlandırdı.
Itrî’den başlayarak, eserlerimizin muhtemel seren-câmını yazmağa başladım. Yazılarım Türk Edebiyatı Dergisi tarafından yayınlandı. Önce Dildeste arkasından Dilbeste gün ışığına kavuştu. Aslında Türk Mûsikîsinin romanını kaleme almış oldum.
-Fırat Kızıltuğ
Mûsikîye şahitlik etmiş mekânları, bestekârları ve eserlerini, yine Fırat Kızıltuğ hocamızın üslûbuyla okumaya ne dersiniz? Ne yapılırsa yapılsın, yıllarca her şeye rağmen hayatına devam eden ve hepsi de Türkçe'nin gücünü de yansıtan adeta ikiz sanatlar durumunda olan Mûsikî ve Edebiyatta gezinirken naçizâne tavsiyemiz bir yandan da bu şarkıları tekrar tekrar dinlemeniz olacak.
Neler var Dilbeste’mizde
Besteleriyle Refik Fersan... Kemanî Nevres... Aşık Atamış ile Sürmeli’nin hikayesi... Küçük Mehmed Ağa... Mazhar Osman ile Neyzen Tevfik... Lem’i Bey... Hüseyin Mayadağ Udi Hasan Bey... İsmail Baha Surelsan... Nuri Halik Poyraz... Şakir Ağa... Yahya Nazîm Çelebi... Arif Sami Toker... Şevki Bey ve aralara saklanmış Fırat Kızıltuğ Hocamızın iki bestesinin de hikâyesi