Bu eser, Avrupa başkentlerine yapılan seyahat notlarından oluşuyor. Yazar İstanbul’dan yola çıkarak başından sonuna bir gezinin hikâyesini paylaşıyor. Bunu yaparken önemli ziyaret mekânlarını sıralamakla yetinmiyor. Şehirlerin bizim için anlamını ortaya koymaya çalışıyor. Cadde, saray, kilise, duvar, hepsi birer işaret taşlarıdır. Başka bir dünyaya açılan kapılardır. Günümüze ve geleceğe seslenen çok önemli mesajlar taşır.
Onları okuyabilmek için günümüzden geriye doğru zamanı aşan bir bakışa sahip olmak gerekir. Birikime yaslanmazsanız, ayaklarınız yere sağlam basamaz. Şehirlerin ruhunu kavramakta zorluk çekersiniz. Öyle şehirler, öyle mekânlar vardır ki sizi kendine çeker, adımlarınız geçmiş insanların ayak izlerine karışır. Hangi zamanda olduğunuz önemini kaybeder. Budapeşte tepelerine çıktığınızda bu günle beraber tarih ayaklarınıza serilir. Nazlı Tuna sanki geçmişin ortalarından geleceğe akmaktadır. Avrupa’nın kalbinde duran Viyana, antik bir katedralin gölgesine sığınmıştır. Her köşesinde bizden kalan bir hatıra vardır. Onları fark etmiyorsanız Viyana’ya gitmiş sayılmazsınız.
Bir Ortaçağ müzesi olan Prag, kültür coğrafyamızın dışında değildir. Her sokağı bizi zamanda yolculuğa çıkarır. Bir zamanlar Akdeniz’i kasıp kavuran Venedik, bugün kendi sularına çekilmiş gibidir. Sanat ve mimarisinde dünyamızın derin izleri vardır. Antik çağlardan beri Avrupa’nın önemli başkenti Roma, sütunlara, heykellere saklanmıştır. Modern çağlara damgasını vuran Paris’te gezerken aydınlarımızın serüvenini izleresiniz. Ve nihayet coğrafyamızın bugünkü şeklini almasında başrolleri oynayan, bir zamanlar üzerinde güneş batmayan imparatorluğun başkenti Londra. Hepsinin bize anlatacak çok şeyleri var.