VII-XIII. yüzyılları irdeleyen bu eser, farklı disiplinlerden çok sayıda uzmanın ekip çalışması. Ortaçağ’da, birçok etnik grubu bir araya getiren devasa Bizans İmparatorluğu, Slav ve özellikle de Arap Müslüman saldırılarının altında neredeyse yok olma noktasına gelmiş, Ermeni ve Slavlara kucak açmaya devam ederken, esasen Grek yoğunluklu bir nüfus üzerine kapanmıştır. Bizanslı egemenler, bu durumdan inanılmaz bir geri dönüşü başarmış, Bizans’ı X-XI. yüzyılların en büyük Hıristiyan gücü yapmayı başarırmışlardır. Ancak artık ufukta, Doğu steplerinden gelen yeni bir rakip olan Türkler belirmiş, İmparatorluk sürekli kan kaybetmeye başlamıştır.
İmparatorluğun adaptasyon kabiliyeti, muhafazakar ve donuk bir Bizans imajını yalanlar niteliktedir. Bizanslılar yaptıkları yeniliklere bile eski geleneklere geri dönüş süsü verirler. Kurumlar, hiyerarşi, ordular, hem yeni düşmanlara karşı durabilmek hem de genişlemeyi devam ettirebilmek üzere birden çok kere değiştirilmiştir. İmparatorun iktidarı bile daha ailevi bir sisteme evrilmiş ve hanedan en mükemmel imajına Komnenosların iktidarı sırasında erişmiştir. İmparatorluk, kimliğini Ortodoks Hıristiyanlıkta bulmuştur. İkonoklazma’nın reddi, tasvirlerin yüceltilmesiyle kendini bulan özel bir dinî sanata esin perisi olmuştur. Bizans Kilisesi Roma Kilisesi’nden ayrılmış, ancak etki alanını Bulgar ve Rus kardeş Kiliselere doğru genişletmeye devam etmiştir. Bu dönem boyunca, Bizans kültürü yeniden Pagan Helen harfleri benimsemiş ve kendi üstünlüğüne inanmıştır. Latinlerin askerî ve ekonomik gücü, 1204’te Konstantinopolis’in ele geçirilmesi sonucunu getirerek, Bizanslıları kimliklerinin üzerine kapanmaya itmiş, bir sonraki dönemde gerçekleşecek olan ‘‘Ulus-devlet’’in kuruluşuna götüren şartları yaratmıştır.