Onları çok yakından tanıyoruz. Değişik bir aşk üçgeninin köşelerinde duran üç kişi; Seni Sevmiyorum'un üç kahramanı: Stuart, Oliver ve Gillian.
Julian Barnes önceki romanının bir devamı olan Aşk Vesaire'de de, kahramanların sırlarına doğrudan tanıklık etmemizi, gerçeği kendi ağızlarından öğrenmemizi sağlayan aynı etkili kamera tekniğini kullanıyor. Böylelikle okur, roman kahramanlarının iç yaşantılarını, birbirleri hakkında hislerini, tasarılarını ve özlemlerini gözlemleme fırsatını elde etmiş oluyor.Acaba aradan geçen on yıl bu fırtınalı aşk ilişkisindeki dengeleri nasıl değiştirdi? Stuart, aşkını “kalbine gömmek” için gittiği Amerika'dan yepyeni güçlerle donanmış olarak mı döndü? Ve artık zengin sayılabilecek biri olan Stuart için aşk hâlâ aynı “piyasa” yasalarına göre mi işliyor? Stuart'ın “yeni” serveti arkadaşı Oliver'ın “yeni” depresyonu mevcut ilişkilere yepyeni bir boyut mu katacak? Bu beklenmedik dönüşün yol açtığı fırtınayla Gillian'in kalbinin pusulasında bir sapmaya mı yol açtı? Yoksa, Oliver'ın kendi teorisinde ileri sürdüğü gibi “dünya, aşkın her şey olup geri kalan şeylerin sadece bir ‘vs.' olduğunu düşünen insanlarla, aşka yeterince değer vermeyen ve yaşamın en heyecan verici kısmının bu ‘vs.'de yattığını düşünen insanlar arasında” ikiye mi ayrılıyor?
Julian Barnes'ın roman sanatının ayırıcı özellikleri olan “keskin ironi” ve “ayrıntı zenginliği” Aşk Vesaire'de bir kez daha bütün renkliliği ve derinliğiyle gözler önüne serilip, okurları “Aşk”ın gerçek niteliği üzerinde ciddi bir düşünceye sevk ediyor. Aşk Vesaire sözcüğün gerçek anlamında kolay kolaytüketilemeyecek bir kitap.