İhtiyar bir adam, yanında kara köpeğiyle, Ermeniler ve Türklerin bir arada yaşadığı bir köye gelir. Kışları Sivas şehrinde, yazları ise köyde sakin bir hayat süren Galenler ailesi bu durumdan huzursuz olur, zira ihtiyarla aralarında geçmişten kalmış, çözülmemiş bir hesap vardır.
Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte tarih önüne geçilmez bir hızla akmaya başlar. Ermeniler için günbatımı yaklaşırken, Armine ile Civan’ın aşkı henüz şafağını yaşamaktadır. Köylüler, nedenlerini dahi bilmedikleri politik kararlara maruz kalarak yok oluşa doğru yürürken, iki âşık önce hayatta kalmaya, sonra birbirlerine kavuşmaya ahdederek ölüme direnirler.
İlk romanını kaleme alan Murat Ataş, kurgu ile gerçeği, söylence ile sevdayı iç içe geçirdiği Armine Çorak Dağ’ın Sürgünü’nde, dönemin gelişmeleriyle bezediği olay akışını mahir bir şekilde örüyor. Yörenin gelenekleri, Türkler ve Ermeniler arasında komşuluk ilişkileri, gitgide biriken gerginliklerin 1915’te nasıl bir karanlık yarattığı incelikli bir şekilde aktarılırken, yerel bir trajedi, evrensel ölçekte insanlık hallerini yansıtan bir aynaya dönüşüyor. Okur, çocukluktan genç kızlığa ve nihayet yaşlılığa doğru yol alan Armine’nin adımlarını takip ederken, o aynayı kendi kendine de tutuyor kaçınılmaz olarak. Armine Çorak Dağ’ın Sürgünü, bir dönem romanı, ancak salt bir dönemin değil, tüm zamanların insani acılarının romanı.