Albert Camus, ülkemizde daha çok roman ve tiyatro eserleriyle, kısacası edebiyatçı kişiliğiyle tanınmış çağdaş bir Fransız sanatçı-filozoftur. Oysa Camus’yü sadece bir edebiyatçı olarak düşünmek ve edebiyatçı kişiliğiyle ona yaklaşmak bir eksikliktir; çünkü yazılarında bir yaşama felsefesi ortaya koyması, onun edebî kişiliği yanında filozof tavrının da olduğunu göstermektedir. Camus’yü tanımak, onu her iki cephesiyle tanımak demektir. Oysa bugüne kadar, özellikle daha çok Fransız edebiyatı ile uğraşanların dikkatini çeken Camus’nün eserleri, onun düşünür cephesini dikkate alan akademik bir düzeyde değerlendirilmemiştir. Camus, yaşadığı çağın önemli olayları karşısında, bir hayat tecrübesinden çıkarılmış düşüncelerini, kendisi bir varoluşçu filozof olduğunu reddettiği hâlde, varoluşçu bir çizgide ortaya koymaya çalışmıştır.
Camus’nün, eserlerinde ortaya koyduğu felsefî düşüncelerini iki temel kavrama oturtmuş olduğunu görmekteyiz: “Absürd” ve “başkaldırma.” Dolayısıyla çalışmanın ilk bölümü absürdün incelenmesine ayrılıyor. İnsan bilinci ile dünya arasında bir kopuş olarak ortaya çıkan absürd karşısında insanın takınacağı tavırların neler olduğu ve bu tavırlardan hareketle başkaldırmanın doğuşu ortaya koyuluyor. Absürd karşısında tek çıkış yolunun başkaldırma olduğu belirtiliyor. Çalışmanın ikinci bölümündeyse başkaldırma felsefesi bütün boyutlarıyla incelenmeye çalışılıyor.
Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, Camus’nün bütün eserleri dikkate alınarak, bu eserlerinde düşüncelerini nasıl ortaya koyduğuna odaklanmakta, çağının düşünce ve olayları karşısında onun nasıl bir tavır takınmaya çalıştığı ve bu tavrının filozofça bir tavır olup olmadığı tartışılmaktadır.