Ben yandım anasızdım, Hikmet’imin günahı neydi, benim yaşadıklarıma kimin kalbi dayanırdı ki onunki dayansın? diye iç geçirdi Halime. Hikmet’im haftalarca yalvardı, bekledi ikna etmeye çalıştı Zekiye Nine’yi.
Ayırma bizi, kıyma bize ben Fidan’a değil Halime’ye sevdalıyım. dediyse de Daha küçüksünüz, büyüyünce unutursunuz, dediler, kıydılar Hikmet’imin gençliğine!
Son bir görevi kalmıştı Halime’nin yapmayı düşündüğü. Yerdeki külleri kara çula doldurdu, dört köşesini birbirinin ucuyla bağlayıp, söğüt ağacının altını hızla terk etti. Gözleri kan çanağına dönmüş, kararlı, azimli bir anne olarak Samet’in kapısını çaldı. Kara çulu içindeki külleriyle fırlattı attı Samet’in önüne:
İşte bana evlilik diye yaşattıklarınız, Allah hepinizin belasını verecek, ben de göreceğim o günleri! dedi ve oğlunu kaptığı gibi sırtına bindirdi. Kendinden emin adımlarla yürümeye başladığında kimse Gitme, kal! demeye cesaret edemedi.
Kafasında yeşil, kırmızı ve morun kendisini rahatsız edemeyeceği yerin arayışı vardı.