Toplumlarda, adaletin yüksek olduğu zamanlarda daha demokratik, buna karşın bozuştuğu zamanlarda ise, daha totaliter bir siyasal yapının öne çıktığı anlaşılmaktadır. Ancak ne yazık ki, totalitarizmin adaletsizliğinde hemfikir olanlar, adaletin toplumsallığı konu edilince “ilk sahipleniş” ya da “hak ediş” gibi, temelde “çıkarcı” ve “fırsatçı” niyetler taşıyan gerekçeleri ileri sürmektedirler. Hiç kuşkusuz totalitarizm, bir toplumsal adaletsizlik durumudur. Ama “toplumsallık” nosyonunu yitirmiş bir adaletin de, âdil mi, yoksa gayr-i âdil mi olduğu şüphelidir.
Oysa gerçekte adalet, öncelikle şüpheye yer vermeyecek ölçüde, kesin ilkelere bağlı kalmayı ve hakkaniyet ölçütünü keyfî tasarruftan, sistemsel olarak uzaklaştırmayı gerektirmektedir. Tarihin ilk döneminden beri yaşanan gerçekler, bize, bunu gerçekleştirmenin yalnızca bir hukuk sorunu olmadığını kanıtlamaktadır.