İstanbul, Sultan Mehmed’in, adını dilinden düşürmediği, fikrini gönlünden gidermediği, hayali düşlerini süsleyen bir gelindi. Bir aşktı İstanbul onun için, elde etme yolunda can verilesi bir güzeldi. Bu aşkın hikâyesini yazan Tursun Bey, O’nun bu tutkusunu kendi ağzından şu iki beyitle aktardı:
Hüzünlü ve sevinçli olarak ne zaman konuştuysam
Senin adın soluklarımla birlikteydi
Susuzluktan ne vakit su içmeye yeltendiysem
Hayalini kadehimde gördüm, benimleydi.
Bu aşkın bir adı da “Fetih” idi.
Ve Feth’i ele geçirmenin ardına düşen genç Sultan muradına erdi. Ve bu başarı kendisine iki unvan kazandırdı: “Fâtih-i Kostantîniyye” (Kostantıniyye Fatihi) ve “Ebü’l-Feth” (Fetih Babası). Tursun Bey, çağında olan biteni izleyen bir canlı şahit, bir yakın görgü tanığıydı. Bu fethin hikâyesini doğrudan kendi gördükleri ve başka görgü tanıklarından duyup derledikleriyle kaleme aldı, ölümsüzleştirdi.
Târîh-i Ebü’l-Feth (Fetih Babası’nın Tarihi) yalnızca kutlu fethin değil, atalarının kurup büyüttüğü bir devleti imparatorluğa dönüştüren bir büyük fetihçinin soluk soluğa süren bütün fetihlerinin de bir canlı tanık ağzından hikâyesidir.