Bazı kitapların tiryakileri olur.
Seni İçime Gömdüm, bu tür kitaplardan.
Romanın kırık dökük bir İngilizceyle konuşan başkişisi Kabrero, Kızılderili karısının cesedini dağlardan indirdikten sonra şöyle düşünüyor:
Eline tüfeğini alıp, fişeklikleri göğsüne çaprazlamasına asıp, atını üstlerine sürse, kasabanın sokaklarında ölüm saçarak, önüne geleni yağmalayarak, yakıp yıkarak dolaşsa, kasabayı yerle bir etse bile, gözlerinden okunan bu sevginin ürküttüğü kadar ürkütmezdi onları.
Bu roman, aşkın yırtıcı inceliğine inanan tiryakilere sesleniyor: Şiddetin kol gezdiği bir dünyada aşkınızı nereye gömersiniz?
Seni İçime Gömdüm, tutku ve başkaldırıyla iç içe dolanmış bir yalnızlığın öyküsüdür. Güçlülerin sömürgesi olmuş, çeşitli kültür bireşimlerinin etkisiyle kimlik bunalımına düşmüş, çelişkiler içinde yaşayan bir toplumdaki aykırı kişinin öyküsüdür bu. (...)
Seni İçime Gömdüm, büyük bir aşkın yanı sıra Meksika insanının kimlik arayışının öyküsüdür temelde. Ama zaman ve mekânı bir yana bırakıp içinde yalnızlığın çağrısını duyan her insanın öyküsü olarak da okunabilir gibi geliyor bana. Yazar ününün, kitap basım sayısının en önemli ölçütler olduğu koşullanmasına girmemişseniz, Tomris Uyar’ın ustaca çevirisiyle Seni İçime Gömdüm’ü okumak, hele Bozkurt Güvenç’in özen dolu çevirisiyle Yalnızlık Dolambacı’nın aydınlığında okumak, çok zevkli anlar yaşatacaktır size. Ben kendi adıma, Seni İçime Gömdüm’ü bir kez daha okuma isteğini duyduğumu söyleyebilirim rahatlıkla. Bu gizemli yapıtta keşfedebileceğim daha neler vardır kim bilir.
Nesrin Kasap/Cumhuriyet Kitap