Marge Piercy’den unutulmaz bir eser daha.
Jill ve Donna. Çocukluklarında başlayan dostluklarına 1953 yılında Michigan Üniversitesi’nin bir yurdunda devam etme imkânı bulabilmiş iki kuzen. Biri orta sınıf bir ailenin Katolik değerlerle yetiştirdiğini düşündüğü, diğeriyse alt orta sınıf bir ailenin hangi değerler bütününe uygun yetiştireceği konusunda uzlaşamadığı iki kız. Ayın karanlık ve aydınlık yüzü gibi birbirlerinin zıttı olsalar da aynı maddeden yapılmalar; yani kadınlar.
Örülü Hayatlar’da kadınlığa özgü acıları, mutlulukları, dertleri ve hazları, kendini bir ağaç gibi cinsiyetsiz hisseden Jill’in ağzından dinliyoruz. Tur rehberimiz Jill bize kimi kendi gibi “sahte”, kimi “gerçek” onlarca kadın tanıtıyor, hepsini anlıyor, hepsine hak veriyoruz. Ona ilk erkek arkadaşıyla kol kola yürürken naifçe dayatılan; ilk diyaframını almak için gittiği jinekologdan alyansı olmadığı için geri çevrildiğindeyse çirkince dayatılan dişiliğini onunla beraber deneyimliyor, kendini sığdıramadığı bu kalıbın küçüklüğüne beraber şaşırıyor, ardından o günler çok eskilerde kaldığı için yine hep beraber derin bir oh çekiyoruz...
Kaldı mı sahiden?