Thomas Hardy’nin, gu¨cu¨nu¨ doğa ve ku¨ltu¨r geriliminden alan bu klasik yapıtı; iyi bir evlilik yapması, toplumsal konumunu değiştirmesi ve ailesini onurlandırması için eğitilen genç bir kadının arzularıyla, doğasıyla, ailesiyle, toplumla ve kendini kuşatan yasalarla mu¨zakeresini konu ediniyor. Grace Melbury kimi eş olarak seçecektir; “sonbahara kardeş”, “gu¨z kokan”, “orman bu¨yu¨ten” Giles Winterborne’u mu, yoksa çalışma odasının ışığı gece yarılarına kadar yanan, felsefeye ve şiire meraklı Doktor Fitzpiers’ı mı?
İngiliz romantizminin du¨nya göru¨şu¨yle şekillenen bu roman, ormanlarla çevrili, ıssız, ku¨çu¨cu¨k bir köyde, âdeta ağaçların bakış açısını ödu¨nç alan, dramatik gerilimi yu¨ksek, inişli çıkışlı bir aşk hikâyesine odaklanıyor. Toplumsal ve ku¨ltu¨rel olarak “makbul” olanı reddederek doğayla uzlaşmayı, yaşamını yönetmeye çalışan yasalarla pazarlık ederek birey olmayı öğrenen genç bir kadının olgunlaşma seru¨venini anlatıyor.
Hardy’nin metnin girişinde belirttiği gibi “bu romanda da kadın ve erkek ilişkilerinin nasıl bir temele oturması gerektiği sorusunun cevabı, çözu¨msu¨z bir bilmece” olarak kalıyor ancak doğa ve insan ilişkisinin nasıl bir zeminde kurulması gerektiği oldukça berrak tasvir ediliyor: Hardy, bize on dokuzuncu yu¨zyılın sonundan seslenerek doğaya hu¨kmetmek yerine kendimizi doğayla eğitmeyi, doğayı şekillendirmek yerine kendimizi doğanın şekillendirici ellerine bırakmayı öğu¨tlu¨yor.
“Gönu¨ller bir olmayınca, en sık ormanda bile insanı ru¨zgârdan koruyacak bir ulu ağaç bulunmaz.”