“Modern dünya, Tanrı’yı kaybetmiştir ve şu anda onu yeniden aramaktadır. O’nu kaybetmesinin sebebi, Hristiyan tarihinin gerilerine doğru uzanmaktadır. Tanrı ile ilgili öğretide, kilise tedrici bir şekilde Tanrı’ya üçlü bir şahsiyet ilave ederek semitik Tanrı kavramına geri döndü. Bu anlayış, ispatlanamaz ve dehşete düşüren bir derecede açık bir kavram hâline geldi. Sorgusuz dinsel gelenek tarafından desteklenen bu anlayış, toplumun tutucu dürtüsü tarafından ve bu gayeyle tesis edilen tarih ve metafizik tarafından da savunuldu. Üstelik bu anlayışı kabul etmemek ölüm demekti.”
“Tanrı, bizim kendi şuurumuzda, gayelerimiz açısından kendi menfaatlerimize uygun olduğu sürece tarafsız olan uçlara doğru yönlendirilen dünyada, bir işlevdir. Tanrı, varlığın gerçeklerinin ötesinden varlığın değerlerine uzanması bakımından hayatta bir unsurdur. Tanrı, kendimiz için değerlerin ötesinden, başkaları için değerlere uzanan gayelerimiz sebebiyle de bir unsurdur. Bir şeyi kendimiz için değere dönüştüren, ötekiler için de böyle bir değerin kazanımını sağlaması bakımından bir unsurdur.”
“İnanç ve aklileştirme tam bir şekilde tesis edilince yalnızlık, dinsel önemin özünü oluşturan şey olmaktadır. Medeni insanların hayallerini süsleyen büyük dinsel kavramlar, yalnızlığın sahneleridir. Kendini kayaya zincirleyen Prometheus, çölde inzivaya çekilen [Hz.] Muhammed, Buda’nın düşünüp taşınmaları, çarmıhtaki yalnız insan. Bütün bunlar Tanrı tarafından bile terk edilmişliği duyan dinsel ruhun derinliklerine aittir.”
Whitehead