Hayat morfolojisi en yalın ve primitif halde bulunsa bile, insanın kendi mihveri etrafında oluşturduğu bir kültür küresi mevcut olmuştur. İbn Haldûn’un o ünlü tespitine uyarak, coğrafya ve iklimin onun dünyevi varoluşsal yazgısının kabaca sınırlarını teşkil ettiğini benimsesek dahi, buna rağmen insanın kendi varoluşsal enerjisi ve varlık potansiyelinin sınırsız bir yelpazede atılımı (l’élan vitale) ve açımlanması sebebiyle, bu insani var olma motivasyonu, zihnî, akli irade hakikati ve özü hep bu fizik ve tabii sınırları zorlamış, kendi yolunu ve akışının yönünü özgün ve öznel bir biçimde tayin etmiştir. Tıpkı suyun, ne pahasına olursa olsun, kendine bir yol, bir güzergah açması gibi. Zaman zaman dillerde virdeden ‘Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn: Bir mekânın/beldenin şerefi ve değeri, orada bulunanlar sayesinde gerçekleşir’ ifadesi de, mekâna yerleşmiş, yani ‘mekîn olanın, yaşam tarzı ile varlık paradigmasını; merkezden çevreye bir yelpaze halinde nesneler, canlılar, insanlar, toplumlar, hatta tüm doğa ve kainat ile olan münasebetlerinden de bahseden kültürel kompartımanlarını oluşturmada başlıca amil ve kurucu olarak insana işaret etmiş; böylece de insanı merkeze alıyor ise de, mekânlar ve coğrafyalar da, birey ve toplumlar nezdinde tahmin edilemeyen nice kurucu ve inşa edici, hatta ibda’/yaratıcılık ve harikuladelik imkânları ve buluşma rotaları; varlığını ifşa ve uzak noktalara taşıma tutkusu barındırmıştır sinesinde.. Ya da tam aksine, uzaklardan oraya doğru nida ve intikaller ile pek çok yeni sentez, yeni bakış ve yükseliş vesilelerini de kendinde bulunduruyordur daima.. Yani mekân ve coğrafya, kendisine gelen farklı yaşamlar, düşünceler, hayat tarzları, estetik ve sanat anlayışları, yemek ve tüketim alışkanlıkları vb. şeylerle bütünleşerek bambaşka kazanımların da gücüyle, yeni boyutlarda ve ifade biçimlerinde varlığını belirginleştirip ifşa etme; yeni diyalog ve bütünleşmelere köprüler kurup, derinlerden yol alan devinimlerle, bir ağacın kılcal kökleri gibi, yeryüzü coğrafyasında pek çok gelişme, varlıkça çoğalma imkânları biriktirmektedir. İşte, Mekân Tarih ve Kültür Sarmalında İnsan başlıklı bu kitap da, değişik şeylerle olan münasebetleri bağlamında hergün daha iyi tanımaya çalıştığımız ‘İnsan’ sırrına, onun varoluşsal bir hamur halinden kararlı ve stabl varlık olmaya doğru yolculuğunda, tarih, insan, mekân ve kültür eksenli özgün yaşınmışlıklar ekseninden bizlere bir projeksiyonda bulunma amacını hedeflemektedir.