Uzak yollarda kalanları, artık kapısı çalınmayacak evleri, eksilişleri, ölümleri, ayrılıkları anımsadıkça, aynaya her baktığında gözlerini kendinden kaçıracak yer arar, böyle çilekeş ve sürgün bir yaşamın aslında marifet olmadığını düşünür; belleğinde yazlık sinemaların siyah beyaz filmlerinden kalan ve avuçlarında yaralar açan kederli bir sitemle “makûs talihim,” diye söylenirdi Tamay.
Gece Seçkin’i uyutup, iki gözünün siyah ve uzun kirpiklerine iki öpücük kondurduktan sonra yatak odasına geçer, sırtını kapıya dayar, sol eli kapının kolunda, sağ eli göğsünün üstünde, gözlerini sımsıkı kapatarak; kalbine gömdüğü için kimselere söyleyemeyeceği, yanına yaklaşılmaz, insanı tüketen, insanı kendine yabancı eden bir sırrın derin ve yakıcı acısıyla sessizce ağlardı.