Itiraf edeyim ki, iliskiler içinde en çok hastalikli olanlari severim, atesimin yükselmesini, sayiklamalarimi, kâbuslarimla hayallerimin birbirine karismasini, en dokunulmaz yerlerimde hissettigim sizilari, Hastaliginin bütün kivrimlari hastaligimin bütün kivrimlariyla öpüsen bir kadinla denizaltima binip çiktigim yolculuklari, solgun bir sabah vakti insanlarin arasindan ayrilisimi. Hiçbir yere gitmeyen bir denizaltinin içinde, hiç kimsenin gitmedigi yerlere gitmeyi. Birçogumuz çiktik bu yolculuga. Evet, sevdigimiz hasta biri. Evet, bu iliski hastalikli. Ama bunun ne önemi var, hastaliklarimiz birbirini tutuyorsa, öpüsen dudaklar gibi degiyorsa hastaliklarimiz birbirine. Hangi saglikli iliski benim gördügüm rüyalari görebilir ki, hangi saglikli iliski böyle sanciyabilir ki. Ateslerle yanarak, sancilarla kavrularak, çilgin rüyalarin içinde kivranarak, kristal denizaltida hastalikli iliskilerin içinde seyahatlere çiktim. Gezdigim sicak sahillerin büyücüleri bana hep ayni seyi söyledi: Önemli olan onun sana uymasi degil, önemli olan onun hastaliginin senin hastaligina uymasi. Dolastigim tarih sayfalari ask bölümlerinde hep "hastalikli" iliskileri anlatiyordu, kayda geçmeye deger olarak yalnizca onlari bulmustu. Brahms, Clara Schumann'a böyle tutulmus; Yesenin, Isadura Duncan’a hayatini böyle armagan etmisti.