Denebilir ki Kars, benim için sadece ailemin memleketi degil; küçük yaslardan itibaren yasama kültürü’mü belirleyen bir okul gibiydi. Kavga etmeden tartismak, insanlari kirmadan elestirmek; yanlisinizi sinirlenmeden görebilmek, dogrumuzu böbürlenmeden sürdürebilmek ve Anamin bilge deyisiyle, herne olursak olalim özümüzü yitirmemek. Bütün bunlari gözeterek yasamayi birazcik olsun becerebiliyorsam, Kars’in kazanimlaridir. Beceremiyorsam, ögrenememisim demektir. Kafkasya ve Anadolu bulusmasindaki hemen tüm kültürlerden insanlarin, ülkelerin bu en uzak kösesindeki en yoksul ortamlarda paylastiklari yazgi ve gönül birligi’ni kusaktan kusaga yasattiklari Kars, sevenlerine baska ne verebilirdi ki. Iste bu zarif ve alçakgönüllü ögretmenime, yillar sonra ne kadar becerim varsa tümünü adayarak tesekkür edebilmek için, meger Naif Alibeyoglu’nun Belediye Baskani olmasi ve haydi artik demesi gerekiyormus. 2000’lere girerken Kars’la yeniden kucaklasmami ve sürekli derinlesen özlemimi hizmet ederek gidermemi saglayan o içtenlikli çagri, bu kitabi da yaratan yeni coskulari, soluk soluga çalismalari, dur durak bilmeyen arayislari ve umut dolu yeni sevdalari baslatti. Sonunda bir de baktik ki bir kentin kader’i meger degismez degilmis. Nasil mi? Yaniti da iste bu kitapta. (Tanitim Bülteninden)