“Zihni yokusa kosmadan, lafi dallandirip budaklandirmadan insandan konusmak...Insani severek, asil önemlisi artik çogumuzun beceremedigi bir sekilde insana kalpten güvenip inanarak iliskiler, acilar, sevinçler üzerine düsünmek ve düsündürtmek...Kim bu zor isin altindan tüy kadar hafifmis muamelesi yaparak kalkabilir? Benim cevabim belli: Markar Esayan.”—Hasmet Babaoglu‘Hâkimler!’ diye sesleniyordu Sokrates kendisini haksiz yere ölüme mahkûm eden konsey üyelerine; ‘Sizler de ölümden korkmayiniz. Iyilere ne sagken, ne de öldüklerinde bir fenalik gelir.’Lucretius ise, ‘Insan ölecek olmasina ragmen, hayata mutlu olmak için gelir’ demisti. Insan kendisinin hem kovalayani, hem de kaçani. Bir dedektif gibi, içimizdeki o göz bir hayat boyu takip eder bizleri, kayit tutar, bir karakutu gibi.Çünkü mutlu olmak isteriz, içimizdeki bir ses sürekli ‘huzur, saygi, sevgi’ diye inler...Ve ‘Iyi Seyler’ olmazsa, o inilti hep cevapsiz kalir. Ama ya o göz dogru bakmiyor, iyi görmüyorsa?Böyle yazilar yazmak, zifiri karanlikta gizli onbinlerce, yüzbinlerce gözün önünde bir kibrit çakmak gibi. Maskeleri çikarmak, duvarlari yikmak ve gerçek kendini sunmak...Mecbur olmasaydim yazmazdim...