Kendi kanununa göre yaşamak için arıya uçmak, yılana sürünmek, balığa yüzmek ve insana da muhabbet lazımdır. Bundan dolayı insan, insanları seveceği yerde onlara fenalık ederse, kuşun yüzmeye, balığın uçmaya başlaması gibi garip bir harekette bulunmuş olur.
At düşmandan kendi süratli koşmasıyla kurtulur. Horoz gibi ötemediğinden bedbaht değildir; ancak, kendisine ihsan olunan süratli koşmasını kaybederse bedbahttır. Köpekte en kıymetli şey koku alma kuvvetidir. Köpek bu koku alma kuvvetini kaybederse bedbahttır. Fakat o uçamadığından dolayı bedbaht olamaz.
Aynı şekilde insan da ayıya, arslana veya kötü insanlara üstün gelemediğinden dolayı bedbaht değildir. Ancak kendisine verilen en kıymetli şey olan, kendi güzel yaratılışını, kendi sevme kabiliyetini kaybettiğinde bedbaht olur.
Adamın ölmesi, parasını kaybetmesi, şöhreti olmaması, mal ve mülkü, serveti bulunmaması hakiki mahrumiyetlerden sayılamaz. Bunlara ihtiyaç mutlak değildir. İnsan hakiki meziyetini, en yüksek saadetini, yani muhabbet kabiliyetini kaybettiğinde bedbaht olur.
El ile yoklama suretiyle okumayı ve yazmayı öğrenen âmâ, sağır ve dilsiz bir kızcağıza, öğretmen muhabbetin ne olduğunu izah ediyordu. Kızcağız: “Evet anlıyorum, bu daima insanların birbirine karşı hissettikleri bir şeydir” dedi.
Döğüşmekten, muharebe etmekten, insanları ölümlere ve büyük cezalara düçar eden akıbetlerden bir gün gelecek insanlar vazgeçecek ve birbirini sevecekler. Bu zamanlar herhalde gelecek. Çünkü bütün insanların kalbine kin değil, ancak birbirine karşı muhabbet telkin edilip koyulmuştur. Bu zamanın gelmesi için ne yapmak mümkünse her şeyi yaptırın.
Bir adam sırtında asılı bir şeyi haberi yokmuş gibi ararsa, bu acınacak ve gülünç bir haldir. Ya iyiliği arayan, fakat bunun kendi kalbine koyulmuş yegâne muhabbet olduğunu bilmeyen birinin hali ondan daha farklı mıdır?