O zamanlar on altı yaşımdaydım. 1883 yazıydı. Moskova’da, ailemin evinde yaşıyordum. Ailem, Kaluga sahiline yakın, Neskuçni bahçelerine nazır bir yazlık kiralamıştı. Üniversiteye hazırlanıyordum ama acelem olmadığından çok çalışmıyordum. Özgürlüğümü kısıtlayan birisi de yoktu. Fransız özel öğretmenimden de kurtulduktan sonra kafama göre takılmaya başladım. Öğretmenimin söylediğine göre Rusya’ya “bomba gibi düşmüş” (commeune bombe), bir türlü alışamamıştı. Bazen günlerce yatakta uzanıp dururdu zaten. Babam bana karşı sevecendi ama çok ilgilendiği söylenemezdi; annem ise, tek çocuğu olmama rağmen tümüyle alakasızdı, kendi işlerine bakardı. Babam hala genç ve yakışıklı bir adamdı; annemle parası için evlenmişti. Annemden on yaş küçüktü. Annem o sıra efkârlı bir hayat sürüyordu: sürekli gergin, kıskanç ve öfkeliydi. Babamın yanında bunu belli edemiyordu gerçi. Babam hep sert, soğuk ve mesafeli davrandığı için annem ondan çekiniyordu.