“Karşımda M.Ö. 1700’lü yıllarda kurulmuş bir şehir kalıntısı var. Hattuşil, Şuppiluliuma, Muvatalli, Putuhena... Aklımda kalan kral ve kraliçeler.”
Mehmet Ali bunları söylerken kendini taşlarla örülmüş bir uzun bir setin karşısında bulmuştu. Hattuşa kentinin yayıldığı tepenin en yüksek yerindeydiler sanki. Otobüsleri bıraktıkları yer çok aşağılarda kalmıştı. Doğu tarafında büyük bir kaya ve üzerinde de taş yığınları görülüyordu. Geniş ören yerine bakıldığında yapıların temelleri tamamen ortadaydı. Mehmet Ali ve arkadaşları tepeden aşağılara doğru baktılar. Diğer tarafa dönünce taşların içinde gizlenmiş gibi duran geçidi gördüler.
“İşte bakın! Bir yeraltı geçidi!”