Peki gerçek hayatta neden değişemiyordu insan? Ne düşüne düşüne, ne çeke çeke! İçime beton dökülmüş gibi. Hani şu döndüre döndüre paylaştıkları özlü sözlerde istemekle oluyordu her şey. Biri de çıkıp uyandırmıyordu milleti, istemek sadece istemektir, daha fazlası değildir uyandırmıyordu milleti, istemek sadece istemektir, daha fazlası değildir demiyordu. Esas marifet ne yapacağını bilmekti. Bildiğin zaman zaten kendiliğinden ister olurdun. Yani önce bilmek lazımdı, o bildiğin içinde bazı taşları yerinden oynatır, bazı damarları açar, bazılarını tıkardı da sen de bir şeyleri değiştirme isteği duyardım. Kaldı ki bu değişime senin dışında başka her şeyin de bir olur vermesi, tamamdır demesi de gerekmiyor muydu? İç, dış o ahenge ulaşamayınca ne değişebiliyordu ki?
Yan balkonun kırık dökük sessizliği, kopkopyu karanlığı rahatsız edici geldi İnci'ye. Nasıl da hemen alışıvermişti adamın şamatalı hallerine, sebebi apaçık işret de olsa neşesine, insanı şaşırtan, kızdıran gürültülü kahkahalarına. Evde yoktu anlaşılan. Yoksa bu saatlerde balkonda demleniyor olurdu ya da odadan loş bir ışık yayılırdı. İlk kez o esrik sarhoşluktan kolayca uykuya kaymanın nasıl bir duygu olduğunu merak etti. Bir gece şu balkona oturup o da deneyecekti, neydi o içkinin adı, ondan içerdi belki. Uyumak istiyordu, düşünmemek, kendi sorduğu sorulardan kurtulmak. Uyuyup uyanmadan, uyuyup unutmadan tahammül edemeyeceğini hissediyordu ne kendisine ne annesine. Gecenin boşluğuna havlayan sokak köpeğine imrendi neredeyse, tasasızlığına.
Şule Toptaş