Insan tekinin yüregindeki ve zihnindeki kimi karanlik yerlere dokunuyor Samuel Beckett bu eserinde: Ölüm, hayat, doga, varlik, eylem, zaman, anlam… Bu eski fakat hâlâ etkisini sürdüren puslu alanlara elindeki nesterle ince kesikler atiyor Beckett; insani varosulun gelip geçiciligine, degersizligine, anlamsizligina iliskin duygu ve düsünceler de iste bu nester kesiklerinden siziyor. Sizmalara patlatmalar eslik etmiyor, aksine asude bir akis söz konusu. Iniltiyi andiran, kirilip dagilan kelimelerse hep ayni kör noktaya, yani ölümün soguk zaferine ulasiyor, ama ölüm toprak altinda dahi ruhlara huzur vermiyor: Ölüler zor ölür, öteki dünyaya davetsiz girenlerdir onlar, bulduklari yere yerlesmek zorundadirlar, çamurun içine inen kuyulara ve kapakli deliklere, ta ki arazinin efendisi çok uzun süren bir kabul sürecinin ardindan onlarla ilgilenme isini yükleninceye kadar. O zaman ölüler arasinda süphesiz ki serbest hale gelirler, o zaman dertleri biter, dogal dertleri yani.Trajik olanin da komik olanin da artik hükmünü yitirdigi, mevcut anlamlarin ve degerlerin hizla çözülüp dagildigi, eylemin mümkün olmadigi, kara yazginin egemenligini büsbütün ilan ettigi bir esikte; "dogal dertlerinin" yükünden kurtulmaya çalisan insanin çaresizligini isliyor Beckett, o her zamanki kurucu "gaddarca" tavriyla... (Tanitim Bülteninden)