Korku dolu bir şeydi dünyada olmak. Dünyayı düşününce minicik bir
nokta sayılacak şehirde bile yalnızdı – şehrin uğultusunu bastıracak
ikinci bir ses yoktu. Kendini korumak zorundaydı. Aslolan buydu,
başka bir şey değil. Kendini korumak zorunda olduğunu idrak
edenlerin tutturduğu bir düzeni vardı dünyanın. Ona uyacaktı,
uymalıydı. Bilinçsizce de olsa, yaptığı bu olmuştu o geceye dek,
bundan sonra daha bilerek atacaktı adımlarını, atmalıydı.
Behçet Çelik, Dünyanın Uğultusu’nda, bir taşra kentinde doğan,
üniversite okumak için geldiği İstanbul’da temelli bir yaşam kuran,
iş hayatında günbegün yükselen ve bu yükselişin ardından hayat
tarafından adım adım sıkıştırılmaya başlanan Ahmet’in hikâyesini
anlatıyor. Üniversiteden yeni mezun olmuş, kendi ruhu ile sokakların
ruhu arasında bir tercih yapamamış Aynur’un ve varlığı ile yokluğu bir
muamma olan Ayla’nın...
İşsizliğin, para meselelerinin, aşkın, arkadaşlığın, geçmişin ve hayatın
koyu renginin sıkıştırdığı biri nereye kaçar? Kendisine mi? Kendimiz
dediğimiz şey neresidir ve ne kadar ferahtır? Yoksa bir başkasına mı
kaçar? Peki, bir başkası? Ferahlık mıdır, dindirir mi uğultuları?
Behçet Çelik, kuvvetli anlatımı ve dilin imkânlarını çoğaltan kalemiyle
uğultunun sesini satırlar arasından yükseltiyor.
Dünyanın Uğultusu, hayatın dili ile edebiyatın dilini harmanlıyor.
Behçet Çelik, kuvvetli anlat›m› ve dilin imkânlar›n› çoğaltan kalemiyle
uğultunun sesini sat›rlar aras›ndan yükseltiyor.