Gözlerimiz, iç dünyamızdan dışa açılan bir pencere gibidir. Çünkü gözler, gördüğü şeyleri beynimize ve gönlümüze aktarmaktadır. Beynimiz ve gönlümüz de gözlerimizin aktardığı görüntüleri yorumlamakta ve anlam vermektedirler. Atalarımız da buna, “Göz bakar, gönül görür.” demişler.
Kör olan insanların duyma, dokunma, koku alma organlarının ve ezberleme yeteneklerinin geliştiği bilinmektedir. Bu durumda gözlerin yapamadığı görme işini, duyma, dokunma, koklama ve ezberleme sayesinde beyin ve gönül yerine getirmektedir. Bu da “gönül gözüyle görmek” diye tarif edilmektedir.
Âşık Veysel kör olunca kendine yeni bir dünya kurmuş. Bu kurduğu dünyada gönül gözüyle bakmayı öğrenmiş. Bütün hayatını o dünya içerisinde yaşamış.
Âşık Veysel, yetmiş dokuz yıl gönül gözüyle bu dünyada gezmiş. Ve milyonlarca iki gözlü insandan daha başarılı ve daha mutlu yaşamış. Türkiye’de ve dünyada tanınan örnek bir insan olmuş.
Âşık Veysel’in hayatından hepimizin çıkarması gereken ders şu olmalıdır:
“Başarısızlıklarımıza bahaneler aramak yerine, başarmak için çareler aramalıyız.”