Küçük salonun fes renginde kalin, agir perdeli genis penceresinden disarisi muhtesem, parlak bir suluboya resmi gibi görünüyordu. Saf, mavi bir gökyüzü. Çiçekli agaçlar... Uyur gibi sessiz duran deniz... Karsi sahilde mor, fark olunmaz sisler altinda daglar... korular, beyaz yalilar... Bütün bunlarin üzerinde bir esatir rüyasinin havai gerçegi gibi uçan marti sürüleri! Pencerenin önündeki sisman koltuga gayet zayif, gayet sari, gayet ihtiyar bir kadin oturmustu.