Bugün etrafımızda böbreğini satarak yaşamaya, çocuğunu evlatlık vererek hiç olmazsa onun hayatını kurtarmaya çalışan insanlar gördükçe kendi utancımıza gömülüyoruz. Peki, ya insanlar yüz yıldan fazla süredir bu haldeyse? Bu soru, tekil failler bulmadan cevaplarla başa çıkmayı, yaşadığımız hayatı, bireylerin dünya üzerindeki varoluş şekillerini yeniden ve yeniden düşünmeyi gerektirdiği için rahatsız edici... E.P. Thompson da elbette kapitalizmin nasıl bir insani "dönüşüm" yarattığını, "neye", "niçin" artık eskisi gibi bakılmadığı sorusunu ihmal etmediği için önemli. Avam ve Görenek’teki makaleler baştan ayağa bu tür sıkıntılı soruların etrafında dolaşıyor. Nükleer Karşıtı Hareket’in militanı bir tarihçinin, bir gün yeniden "kendi sahasına" dönüp, yıllar önce sorduğu soruları aramasının derli toplu hikâyesi. Hak talebinin, iş-zaman-disiplin döngüsünün, mal ve mülk iken özgürleşmenin, ortak bir iyi tanımı için en kaba şekillerde cezalandırılmanın öyküsü. Yalnızca bulunduğu coğrafyaya, "Ada"ya sıkışmayan, her gün etrafımızda gördüğümüz insanların tarihteki örnekleriyle yeniden karşımıza dizilmelerinin kara anlatısı. Bir tarihçinin giderayak kendisiyle, toplum denen bulutla ve tarihle hesaplaşmasının en yetkin örneği... Ve yine en acımasız sorusuyla karşımıza çıkışının elbette: "Sınıf tanımlardan değil insanlardan ibaretse, nasıl bir sosyalist tahayyül bununla başa çıkar?" Thompson, Avam ve Görenek’te bu "rahatsız" edici soruyu da enine boyuna ele alıyor aslında.